Kader ile tevekkül nedir? Arasındaki ilişki nedir? Her ikisinin gereğine göre yaşamak için ne yapılmalıdır ve nelere dikkat edilmelidir?
Kader ile tevekkül nedir? Arasındaki ilişki nedir? Her ikisinin gereğine göre yaşamak için ne yapılmalıdır ve nelere dikkat edilmelidir?
Cevap:
Kader İmanın şartı ve tevekkül imanın gereğidir. Bediüzzaman Said Nursi (ra) imanın nur ve kuvvet olduğunu izah ettiği yerde imanın insana “Tevekkül” ile kuvvet verdiğini anlatır. Kadere iman Allah’a güvenmeyi sağlar. Allah’a güvenmek ise ancak tevekkül ile olur. Tevekkül ile Kader arasında böyle sıkı bir bağ vardır. Çünkü “İnsan zayıftır; belâları çok. Fakirdir; ihtiyacı pek ziyade. Âcizdir; hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelâle dayanıp tevekkül etmezse ve itimad edip teslim olmazsa, vicdanı daim azap içinde kalır. Semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar. Ya sarhoş veya canavar eder.”
Hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okur. İmanın kuvvetine göre hadiselerin baskılarından ve sıkıntılarından kurtulur. “Tevekkeltü alallah” (Allah’a tevekkül ettim) der ve ağırlıklarını Kâdir-i Mutlak olan Allah’ın kudret eline emanet eder, dünyada rahatla yaşar. Demek ki “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül de saadet-i dâreyni iktiza eder.” İmanın gereği tevhit inancıdır. Tevhit ise her şeyin bir olan Allah’ın ilim, irade ve kudretinin eseri olduğuna inanmaktır. Öyle ise şirk, tesadüf ve esbabın karışması söz konusu değildir. Esbab ve tesadüf karışmazsa her şey Allah’ın rahmetinin eseridir. Rahmet ise her şeyin bizim hayrımıza olması demektir. Çünkü şerre sebep olacak olan esbab ve tesadüf ve yoktur. Bu inanç insanı Allah’a teslim olmaya götürür. Bu teslimiyet nasıl olmalı? Tevekkül şeklinde, yani Allah’ın istediği ve Resulünün gösterdiği şekilde olmalıdır. Bunun sonucu ise hem dünyada hem ahirette saadet ve mutluluktur.
Tevekkül nasıl olmalıdır?
Tevekkül sebepleri reddetmek değil; bilakis sebepleri dest-i kudretin perdesi bilerek ona riayet etmektir. Çünkü Allah işlerini sebeplerle yapmakta, kudretini sebeplerle göstermektedir. Sebepler Allah’ın isimlerinin ayinesidir. Sebeplere sarılmak duay-ı fiilîdir. Sebeplerin sonuçları ise yalnız yüce Allah’tandır; Allah’ın iradesi kanun şeklinde tecelli eder, ilmi ve kudreti ile sonuçları yaratır. Çift sürmek hazine-i rahmet kapısını çalmaktır. Sonuçta ürün vasıtası ile rızık veren Allah’tır. Ders çalışmak öğrenmek için bir sebeptir ve sonuç öğrenmektir ve bu Allah’a aittir. Minnet ve şükür Allah’a olmalıdır.
Sebeplere sarılmak peygamberlerin sünnetidir. Peygamberlerin hayatı bunun en güzel delilidir. Sebeplere en güzel şekilde riayet ederek bize örnek olmuşlardır. Peygamberimiz (sav) Uhut savaşında iki kat zırh giymiştir. Dini yaymak için gece-gündüz uyumamış ve çalışmış, bütün zamanını, malını ve mülkünü bunun için harcamıştır.
Bediüzzaman sebep sonuç ilişkisini anlattığı bir yerde üzüm ve üzüm ağacı örneğini verir. Üzüm ağacının üzümü ben yaptım ve benim eserim diye sahiplenemeyeceğini söyler. Devek adı verilen üzüm ağacı üzümü yapmadığı gibi, insan da fiil ve gayretlerinin sonucunda bunu ben yaptım diye sahiplenemez. İnsanın akıl ve şuur sahibi olması bir şeyin icadına kadir olması anlamında değildir. Ağaç sebeplerini hazırlayamaz, sonucunu elbette yapamaz; insan ise aklı ile sadece sebeplerini bir araya getirir ve ama bu sebeplerden sonucu yine Allah icad eder. Fark buradadır. Bunun böyle olduğunu anlamak ve idrak etmek imanın tevekkül boyutudur. Gerçekte ise sonuçlar sebeplerden kaynaklanmaz. Sebepler olmasa da Allah sonucu yaratır. Ancak dünyada hikmet ve imtihan gereği yüce Allah sonucu sebebe bağlamıştır. Mucizelerde sebep sonuç ilişkisi aranmadığı gibi, ahirette de her şey Kudret-i ilahiye ile sebep sonuç ilişkisine gerek duymadan olacaktır.
Tevekkül eden ve etmeyenin durumunu ise Bediüzzaman gemiye binerek yükünü yere koyup üstüne oturan ile yükünü sırtında taşıyanı örnek vererek anlatır.
Kader ile Tevekkül arasında çok sıkı bir bağ vardır. Bir padişahın sarayında veya bahçesinde çalışan bir görevli bütün o sarayda ve bahçede olan her şeyin padişahın kanunları ile cereyan ettiğine, rahat ve kolay bir şekilde işlediğine inanır. Zahmet ve külfeti padişahın kanununa bırakıp, çok rahat bir şekilde o cennet gibi bahçede bütün güzelliklerden istifade eder. Padişahın merhametine güvenir, her şeyi hoş görür, kemal-i lezzet ve saadetle hayatını geçirir. İşte kadere iman eden Allah’a tevekkül eder; Allah’a tevekkül eden ise üzüntü ve sıkıntılardan kurtulur.
Mütevekkil nasıl hareket etmelidir?
Allah’a tevekkül eden bir mü’min:
1. Sebeplere Allah namına yapışır. Ancak sebeplere tesir vermez. Sebepleri kudretin perdesi bilir, arkasındaki esma ve sıfatı görür ve ondan Sani-i Zülcelale intikal eder. Esbabdan müsebbibu’l-esbaba, nimetten mün’im-i hakikiye, mahlûktan halika intikal eder. Esma ve sıfat namına sebeplere değer verir. Dünyayı da bu cihetle sever ve Allah’ın rızasının böyle kazanılacağını bilir.
2. Sebeplere sarılmanın bir fiilî dua olduğunu bilir. Sebeplere sarılarak fiilî dua ile Allah’tan ister. Bununla beraber kavli duayı da terk etmez. İstidat ve kabiliyetlerin de bir nevi dua olduğunu bilir ve hepsini bir araya getirerek sonucu Allah’tan ister. Ne var ki insan “tembellik kulağı ile şeytandan ders aldığı için” çalışmadan tembellikle sonucu Allah’tan ister. Hâşâ Allah’ı kendine yardıma mecbur tutar. Bu da Allah’ın hikmetine aykırı olduğu için sonuç alamaz. Üstelik günaha girer. İşin hep tembellik tarafına bakar. Peygamberimizin Uhut savaşında psikolojik, sosyolojik ve askeri tedbirleri, iki kat zırh giymesini ve savaş tekniklerini nazara almaz; “Cevşenu’l- Kebir” duasını okumasını esas alır. Bir şeyin varlığı bütün aza ve esasın varlığı ile olduğu halde o tutar meseleyi sadece kavli duaya bırakır. Böylece hata eder. Başarısızlığa mahkûm olur. Kadere de başarısızlık fetvasını verdirir. Kader burada gayret ve esbabın içtimaını nazara alır. Sadece duayı nazara almaz. Sebeplerden biri eksik ise kader o konuda olumsuz fetva verir.
3. Tevekkül başta değil, sondadır; sonuçtadır. İşin başında tevekkül ediyorum diye gevşek davranmak tembelliktir. Sonuçta işi Allah’a havale etmek tevekküldür. Mütevekkil işin sonucunu Allah’tan bekler, istediği sonucu elde edemezse yine de sonuca kanaat eder, gayretini eksik etmez ve bunda da bir hikmet vardır der. Şayet başında gayret ettiği halde sonuç elde edemediği zaman gevşer ve gayretinde eksilme olursa o gerçek anlamda tevekkül etmiyor demektir. Tevekkülü de tam olarak kavramamış demektir. Tevekkül her zaman Allah’a güvenerek ümitsizliğe kapılmadan çalışmak demektir. Hz. Ömer (ra) mescitte ibadet edip çalışmayanlara “Siz burada ne yapıyorsunuz, ekmeğinizi nasıl kazanıyorsunuz?" diye sorar. Onlar “biz tevekkül ehliyiz” derler. Hz. Ömer “Hayır, siz tevekkül ehli değil, teekkül ehlisiniz. Yani yiyicilersiniz” cevabını verir.
ALINTI
Bu haber 7748 defa okunmuştur.